Perşembe, Aralık 15, 2016

Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet

Dilara Kahyaoğlu
2006


Yine aynı soru: Değişen bir şey var mı?

Yeni Ders Kitaplarındaki  Görseller
Kadınlar İçin Farklı Bir Şey Söylüyor mu?




Geçen sene bu zamanlar, İstanbul Eğitim Sen 3 Nolu Şube’de sendikalı kadın öğretmenlerle beş senedir yürütülen sözlü tarih ve tiyatro çalışmalarından da yararlanarak ders kitapları ve toplumsal cinsiyet konulu bir rapor hazırlamıştık[1]. Zaman geçti, yeni ders kitapları piyasaya çıktı, şu anda tüm Türkiye’de 1-5 arası sınıflarda yeni ders kitapları okutuluyor. Daha önceden böyle bir çalışma yapmış bir kişi olarak aklıma “yeni ders kitaplarında toplumsal cinsiyet meselesi nasıl ele alınmış” sorusu geldi. Değişen bir şeyler var mıydı? Dar bir çevrede bilinen bizim rapordan (DEK) önce Tarih Vakfı’nın Ders Kitaplarında İnsan Hakları projesi kapsamında da bu konunun bir araştırma sorusu olarak ele alındığını, bu soruyu araştırılabilir ve ölçülebilir hale getiren kriterlerin oluşturularak tüm ders kitaplarına uygulandığını, çeşitli taramalar yapıldığını ve ortaya  çıkan sonucun hiç de parlak olmadığını biliyordum. Bütün bunlar yıllardır süren; gerek toplumsal cinsiyet eksenli,  gerekse ders kitaplarında genel bir  reforma ihtiyaç olduğunu talep eden çabaların son halkalarıydı ve özellikle DKİH projesi kamuda ciddi olarak tartışılmıştı.

Peki şimdi, bütün bu ve benzeri çabalardan sonra durum neydi?
Ders kitaplarının, bu ülkenin kadınlarını görme ve sunma biçiminde değişen bir şeyler var mıydı?
Özellikle görsel malzemelerin açık veya gizli olarak ilettiği mesajlarda değişen bir şeyler var mıydı?

Bu nedenle bu yazımda eski durum ile yeni durumu karşılaştırarak analiz etmeyi deneyeceğim.

Öncelikle,  kavramsal çerçeve  için küçük bir giriş…

Toplumsal Cinsiyet Kavramı Üzerine…

Yaklaşık 90’lı yıllardan itibaren feminist teorisyen ve aktivistlerin “toplumsal cinsiyet”  kavramından hareket etmeye başladığı bilinir. Bunun nedeni; sorunun kaynağına  vurgu yapmak, analiz etmek, farkındalık sağlamak, bu odak noktasından hareketle çözüm üretmek ve böylelikle mücadelenin paradigmasını dönüştürmekti. Her sosyo-kültürel yapı; insanların cinsiyetlerine uygun olarak, gelecekteki her anlarında nasıl davranmaları gerektiğini kodlayan farklı normlar icat eder,  kadın ve erkeği o topluma uygun davranış modeline, rollere, sorumluluklara bürünmeye zorlar. Bu normlar daha çok; giyim, toplumsal kimlik, roller, sorumluluklar,  dil ile görünür kılınır ve zamana, topluma, hatta aileye  göre değişiklik gösterir. Toplumsal cinsiyet,  kadın ve erkeğin sosyo-kültürel açıdan tanımlanmasını, toplumların kadın ve erkeği birbirinden ayırt etme biçimini ve onlara verdiği toplumsal rolleri ifade etmek için kullanılan bir kavram olduğuna göre biyolojik  kökeni yoktur. Bu nedenle cinsiyetin değişmezliği nasıl doğal  kabul ediliyorsa (?),[2] toplumsal cinsiyetin değişebileceği de doğal kabul edilmelidir.


Öğrenmede Görsellerin Rolü

Sosyal-psikoloji alanındaki çalışmalar göstermiştir ki; insanlar bir toplumsal düşünce bilgisine, gündelik yaşam bilgisine sahiptirler.  Bu bilgi, “sıradan” insanın günlük yaşamında çoğu zaman farkında olmadan kullandığı ve hatta yeniden ürettiği bir bilgidir. Kaynağı da içinde bulunulan toplumun verili sosyo-psikolojik yapısıdır. İşte, fotoğraf, çizim veya  resim gibi görsel kaynaklar da; saklı içeriği, örtük mesajları, sosyal temsilleri[3] aslında  kısaca yukarıda sözü edilen gündelik yaşam bilgisini alıcıya ileten bir çok araçtan sadece biridir.  Onlar da bir yazı gibi okunabilir, anlaşılabilir. Algılama, önceden oluşmuş zihin haritalarımız aracılığıyla gerçekleşmektedir yaklaşımından hareketle, bir tür  “imgesel öğrenme”den söz edilir. Bu açıdan bakarsak; görsel bir malzeme, yazılı bir kaynağa göre daha doğrudan mesaj gönderme şansına sahiptir. Çünkü insan beyninin öğrenme tarzına  uygun hareket  edilmekte, zihinsel olarak bir resim oluşturma süreci ve aşamaları es geçilmekte, gönderilmek istenen mesaj zaten  o imge ile doğrudan zihin haritamızın uygun kutucuğuna yerleştirilmektedir. Ayrıca okuma yazmada yetkin olmayan veya yeni öğrenen genç insanlar için veya nitelikli okuma becerisine sahip olmayan “sıradan” insanlar için görsellerin etkisi tartışılamaz. Uzun yıllardır yapılan propaganda faaliyetlerinin esas olarak görsel materyaller üzerinden yürütülmüş  ve yürütülüyor olması  boşuna değildir.

Görsel malzemeler çeşitli  simgeler aracılığıyla belli toplumsal normlara göndermede bulunur ki onlar; o kültürel yapıya ait kişiler tarafından algılanabilir, çözülebilir kodlardır aynı zamanda. Öğrenme doğduğumuz andan itibaren yaşadığımız aile ve sosyal çevreden edindiğimiz verilerle oluşturduğumuz zihin haritamıza uygun olarak gerçekleşir. Böylelikle hem zihin haritamızdaki verileri kullanarak simgeleri çözüyor,  anlamlandırıyor  hem de  yeni edindiğimiz verilerle zihin haritamızın doğruluğunu onaylatıp eskisine benzer yeni bir harita oluşturuyor ve böylelikle eski bilgileri yeniden yeniden üretiyoruz. Elbette, eğer farkında değilsek…  

Bütün bunları çoğu zaman farkında olmadan yapıyoruz. Farkında olmanın eleştirel yaklaşımı ve sorgulamayı beraberinde getireceği açıktır.  Eğer farkındaysak, işte o zaman; bize çizilmiş olanın, kabul etmemiz beklenen  dünyanın dışına çıkmak mümkün… Eğer tersi olsaydı bütün bunları yazmaya ve konuşmaya ne gerek vardı?

Bu tür bir yaklaşımın  özellikle küçük öğrenciler, genç insanlar  üzerindeki etkisi açıktır. Ders kitaplarındaki görseller,  metinlere  paralel mesajlar içermekle kalmamakta çoğu  zaman bir metinden daha baskın bir rol üstlenip geleneksel anlayışın kolaylıkla zerk edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle bu durum toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda daha da şiddetlenmekte, örtük veya açık mesajlarla  toplumca onaylanan ve kabul edilmesi beklenen  bir sosyal  model sunulmaktadır.

Şimdi yukarıda belirtilen görüşleri  ders kitaplarında kullanılan görsel malzemeler bağlamında ele alacak ve onlar üzerinden tartışmayı deneyeceğim.

Öncelikle eski ders kitaplarından seçtiğim ve yer darlığından dolayı sadece altısına yer verebildiğim örnekleri göstermek istiyorum.



ESKİ DERS KİTAPLARINDAN  SEÇMELER

E1

E2

E3
E4
E5
E6


Eski Hayat Bilgisi Kitaplarındaki Görsel Malzemelerle
Kadına Yüklenen Toplumsal Rol

Bir ders kitabı sosyal temsillerin yeniden üretilmesine ve genç beyinler tarafından absorbe edilip içselleştirilmesine nasıl hizmet etmektedir? Örneğin  İlköğretimde Birinci Kademe okutulan hayat bilgisi ve sosyal bilgiler kitapları… Sadece bir sene önce, okula yeni başlayan bir öğrenci hayat bilgisi dersinde neler öğrenmekteydi?

1998 yılına kadar[4] hayat bilgisi kitapları incelendiğinde kadınların  genellikle ev kadını olarak gösterildiği çok sayıda örnekle karşılaşırken 98 sonrası kitaplarda kadınlar birer meslek sahibi insan olarak gösterilmektedir. Bu farklılığın feminist mücadeleyle, uluslar arası alanda elde edilen insan hakları bağlamındaki yetkilerle, imzalanan sözleşmelerle doğrudan bağlantısı vardır. Ama bu arada geleneksel anlayıştan da vazgeçilmemiş, kadına yüklenen sosyal kimlik ve roller, çeşitli simgelerle sürdürülmeye devam etmiş,  kadın hem mesleğini  hem de evinin tüm işlerini yapan bir konuma düşürülmüştür. Bütün imgeler  özenle bunu anlatır. Sanki, “Kadınlar bir işte çalışabilir ama merak etmeyin değişen  hiçbir şey olmadı, olmayacak” denmektedir.  Annenin çocuklarını uğurlaması işe geç gittiğine, karşılaması ise eve erken geldiğine işaret eder[5]. Annenin sanki ve daima  babadan  önce gelebileceği bir  işi vardır, hatta olmalıdır.
Örneğin…
Hayat Bilgisi kitaplarındaki resimlerde neden bütün öğretmenler kadındır? Bu noktada sözlü tarih çalışmasına katılan arkadaşların da sık sık dile getirdiği arka plan bilgisini gündeme  getirmekte yarar var; öğretmenlik - özellikle ana ve sınıf öğretmenliği- toplum içinde bir kadın mesleği olarak görülmektedir, bir çok kişiyi aileleri sadece ve sadece öğretmenlik yapmaları koşuluyla okutmuştur. Böylelikle kadın evine hem para getirebilecek, hem evinde  çalışabileceği zamanı bulacak hem de sosyal çevresinin  kolaylıkla benimsediği bir mesleği yapacaktır.  Demek ki kitap yazarlarına ve müfredat hazırlayıcılarına göre de öğretmenlik tam zamanlı bir iş değildir. Demek ki  öğretmenlik, evde ayrıca okumayı, çalışmayı,  kültürel faaliyetlere ve toplantılara katılmayı gerektirmeyen  bir meslektir. Eğer çizilen karakter bir kadın değil de bir erkek öğretmen olsaydı muhtemelen resimler onu entelektüel  faaliyet içerisinde gösterecekti, nitekim kitaplardaki bütün erkekler ya gazete okur ya da kitap.  Kadınları öğretmen yapan bu kitaplar, entelektüel bir öğretmen-kadın tiplemesinden bilinçli bir şekilde uzak durmuşlardır. Bunun nedeni de çok açıktır:  Çünkü öyle bir kadın öğretmen, ikinci işini -aslında esas işini- hakkıyla yerine getiremezdi.

Onlarca benzer görsel arasından seçtiğim yukarıdaki örnekleri analiz edersek:
*Kız çocukları annelerine hep yardım eder. Kız çocuklarının yeri  annelerinin yanıdır (E5) çünkü küçük yaştan itibaren kadınlığın gereklerini öğrenmek, hatta şimdiden deneyim kazanmaya başlamak zorundadırlar.
* Bilgisayar kullanan modern görünüşlü, iş güç sahibi kadınlar bile işini yaparken bebeklerini ihmal etmezler, etmemelidirler (E2)…   çünkü anne olmak budur. 
*Ev aletleri sadece kadınların kullanacağı malzemelerdir. Bunlar sayesinde işlerini çabucak ve kolaylıkla yapabilmektedirler. Hatta kız çocukları bile bunları kullanmayı öğrenir, annesine yardım eder. Özellikle Ablalar (E1)…  Öyle değil mi,  ablalar ailenin ikinci annesi değil midir?
*Eldiven, önlük ve  mutfak kadına ait simgelerdir. Eldiven, kadının yemek yapmasına bir göndermedir. Mutfak işleri önlüksüz yapılmaz, temiz ve düzenli bir kadın ancak böyle olunabilir (E2, E5, E6).  Bu Simgeler kadının yerini ve görevlerini hatırlatmıyor  mu bize?
*Kadın mutfakla özdeşleştirilmiştir. Evde kadına ait olan tek alandır burası ama keyif için değil, kadının hizmet etmesi için ayrılmış bir bölüm. Bu imge bizlere;  dinlenmeyi, entelektüel faaliyetleri hatırlatmaz,  kadının yapması gereken döngüsel işleri hatırlatır: Yıkama, soyma, doğrama, pişirme, yerleştirme, servis, bulaşık VE  yeniden yıkama, soyma, doğrama, pişirme… (E5, E6)
*Kız çocukları temizlik kolu başkanlığı ile yetinmek zorundadır çünkü sınıf başkanlığı görevi daima ve daima erkeklere ait bir ayrıcalıktır (E3).
*Kadın öğretmen sayısının gayet yüksek olmasına karşılık müdürler hep erkek olur. Kadınlar sadece bazı meslekleri yapabilirler, bunlar: öğretmenlik, hemşirelik, eczacılık ve sekreterliktir (E4).
 *Kızların kafasına kondurulan  kurdele veya saç bandı, boşuna seçilmiş bir  simge değildir. Düzeni, temizliği temsil eder. Bir kız öğrencinin daima derli toplu olması gerektiğini hatırlatır. (E1, E3, E5)



YENİ DERS KİTAPLARINDAN SEÇMELER
Y1

Y2
Y3
Y4
Y5

Peki, yeni ders kitaplarında değişen bir şeyler var mı?
Buraya aldığım ve alamadığım resimler bağlamında konuşacak olursak, çok fazla bir şey değişmemiş gibidir.
*Anne yine her zaman olduğu gibi “sevgili” mutfağına atılmış durumda. Mutfak, kadının yerini ve görevlerini hepimize hatırlatmayı sürdüren bir simge olmaya devam ediyor. Baba merdivenlerden çıkıyor, belli ki işten geliyor. Anne de muhtemelen çalışıyordur çünkü yeni  kitaplardaki kadınların çoğu iş güç sahibi kadınlar (Y1, Y5).
*Ev aletleri kadına ait simgesel bir görev üstlenmeyi sürdürüyor. Üstelik bu anlatım daha farklı okumaları da içeriyor. Ev işleri, teknolojik ilerleme ile belli paralellik içinde verilmiş, bize adeta şunu dedirtiyor: “Ne güzel, kadının işi kolaylaşmış”,  yani MUTLU SON… İnsanın kafasına takılıyor: Neden o araçlardan bir ikisini, bir erkek kullanırken göstermemişler ki? (Y1, Y2)
*Okul müdürleri, sınıf başkanları yine erkeklere verilmiş bir ayrıcalık olmayı sürdürüyor (Y4, Y5).

Ama bu arada yeni kitaplarda farklı çıkışlara da rastlıyor,  tek tük de  olsa  ilerisi için umut vaat eden öncü örneklerle karşılaşabiliyoruz.

İyi Örnek 1

İyi Örnek 2 (kadın muhtar)

İyi Örnek 3 (?)
İyi Örnek 4
Ama yine de sizi rahatsız eden bir şeyler olmadı mı? 
*Bir ders kitabında ütü yapan bir erkek figürüne ilk defa rastlıyorum. Ayrıca camların silinmesinde annesine erkek çocuğu yardımcı oluyor, kız çocuğu değil. Ama bu güzel örneği iki şey bozmuyor mu? Yine bebekle oynayan bir kız çocuğu var, bu kızlar(ı) başka bir oyuncakla neden oynamazlar (oynatmazlar) acaba? Ve görüntünün altındaki şiir…
*Resimlerden birinde annesiyle yaşayan küçük bir kız çocuğuna rastlıyoruz. Buna benzer bir aile tablosuna da daha önce hiç rastlamamıştım ama niye, anne ile kızı yine mutfağa hapsedip onlara ev işi yaptırmışlar ki? 

*Kadın muhtar, köfte yapan bir baba, bu örnekleri çoğaltmak gerekmez mi?

Sonuç olarak:
İlköğretim birinci kademede yer alan sınıf öğretmenlerinin  önemli bir kısmı ile ana sınıfı öğretmenlerinin  neredeyse tamamı kadındır, yani verili durum bu. Bir kadın öğretmenle  yapılan sözlü tarih çalışmasında bu kişi; “Babam beni öğretmen  olmam şartıyla okula göndereceğini söylediği için hiç istemediğim halde ana sınıfı  öğretmeni oldum” derken bir başka kadın öğretmen ise “Küçük yerlerde aileler özellikle kızlarının öğretmen olmasını ister; öğretmenlik, kızlarının talipli sayısını arttırır, kadın öğretmelerin özellikle küçük yerlerde taliplisi çok olur.” demiştir. Bu örnekler aslında toplumun geleneksel durumunu, verili durumunu  yansıtan örneklerdir.
Ama kadının sürekli öğretmen olarak gösterilmesinin,  -örneğin doktor olarak gösterilmemesi- özellikle büyük şehirlere baktığımızda, verili durumu yansıttığı pek söylenemez. Kadın doktor,  hukukçu, gazeteci sayısında çok önemli bir artış olduğunu  en azından istatistiklere bakarak biliyoruz. Ama açıktır ki bu mesleklerden birini tercih etselerdi kadını bu kadar yoğun bir şekilde ev işlerini yapar ve çocukları  ile ilgilenir bir durumda  gösteremeyeceklerdi. Bu kesinlikle bilinçli bir seçimdir. Diğer yandan örneklerde de görüldüğü gibi belli meslekler özellikle kadınlara kapalıdır. Örneğin yine sözlü tarih çalışmasından elde ettiğimiz verilere ve istatistiklere bakarak konuşacak olursak bu kadar bol kadın öğretmen sayısına karşılık, okul müdürlerinin neredeyse tamamı erkektir. Bu durumun bir nedeni, yönetici olmayı hak eden cins olarak erkekleri görme eğiliminin ağır basması ise;  diğer nedeni de kadınların seçimi veya seçmek zorunda kaldıkları yaşam tarzıdır.

Seçimlerimizi biz mi yaparız, yoksa bize bırakılan seçeneklerden bir veya bir kaçını seçmek zorunda mı kalırız?

Toplumsal cinsiyetçi yaklaşımlar öncelikle kadınları eğitmektedir. Kadınlar doğdukları andan beri kendilerine aktarılan gündelik yaşam bilgisini yüklenmek zorunda kalmışlardır ve çoğumuzun zihin haritasını bu sosyal temsiller işgal etmiştir. Kadınlar kendilerine verilen, sunulan çerçeveyi şimdilik kabul etmiş görünmektedir. Çoğu, öğretmenliği  evine zaman ayırabilmek için seçmekte, seçmek zorunda kalmakta ve yine evine zaman ayıramayacağı gerekçesi ile müdürlük gibi yöneticilik alanına sıçramayı aklına bile getirmemekte,  işinden çıktığı gibi acele içinde evine koşturmaktadır. Bunun dışında kalan istekli kesime ise çevresi, “kadın” olduğunu, yönetici  olamayacağını çeşitli mesajlarla anlatmakta ve bu tip kadınların yolu kesilmektedir, öncelikle de kocası ve yakın çevresi tarafından…
                       
Değişim isteniyorsa ne yapılabilir?  Örneğin ders kitaplarında…
Yapılacak şey açıktır. Verili durum aksini gösterse bile,   az da olsa  farklı örnekleri ortaya çıkarmak. Öğrencilerin farklı roller, modeller görmesini,  düşünmesini, sorgulamasını sağlamak. Verili durumu tam olarak yansıtmasa da pozitif ayrımcılık yaparak sıra dışı örneklere yer vermek.  Örneğin neden bu resimlerde baba yemek pişirmesin? Neden tabaklara yemek dağıtan kişi bir baba olmasın? Veya küçük bir  bebeğe biberonla sütünü o vermesin, altını değiştirmesin, banyosunu yaptırmasın? Neden kız çocuğu ile bir baba kamyonculuk oynamasın veya uçurtma uçurmasın? Neden otomobili bir anne kullanmasın? Neden ana okulu ve sınıf öğretmenlerini erkek figürler  temsil etmesin? Vb.

Bütün bunlar olabilecek şeyler gibi gözükmekle birlikte bizim sosyal temsillerimize ters düştüğü için ancak radikal bir zihinsel devrim sonucu gerçekleşebilecek çok önemli gelişmelerdir ve kısa dönemde bu kadar büyük radikal değişikliği beklemek zordur. Bunu esas değiştirecek olanlar kadınlardır. SÖTAK projesi  çerçevesinde görüşme yapılan kadın öğretmenlerden biri,  erkek kardeşinin “neden kendi rahatımızı  kaçıralım, neden size bu hakları biz verelim, gücünüz yetiyorsa zorla alın” dediğini anlatmıştı.  Bu ifade gerçeğin ta kendisi değil midir?

Doğrudan, açıkça “cinsiyet ayrımcılığı” denebilecek unsurlar kitaplardan önemli ölçüde temizlenmiştir ama görüldüğü gibi “geleneksel kadın modeli” biçimi,  özellikle görsellik  kullanılarak ders kitapları ve hatta öğretmenler aracılığıyla ufak tefek değişikliklerle yeniden yeniden üretilmektedir.

Bu sorun, çözümü en zor ve belki de en geç çözülecek sorunlardan biridir. İnsan hakları sözleşmeleri arasından en fazla  çekince konmuş belgenin CEDAW olması, bir rastlantı olabilir mi?




[1] Eğitim- Sen’in gerçekleştirdiği Demokratik Eğitim Kurultayı (DEK)  için hazırlanan rapor.
[2] Gerçekte tartışmalı bir konu…
[3]Sosyal temsiller belirli bir şey  hakkında kuşaktan kuşağa aktarılan; söylemler, imgeler, kodlar ve modeller bütünüdür. Gerçekliği kavramayı, isimlendirmeyi ve betimlemeyi sağlayan birer araç olan sosyal temsiller, esas olarak o toplumun değer yargılarını, inançlarını kapsar. Kişiler arası  iletişim sosyal temsillerin sunduğu referanslara göre gerçekleşir. Kendini tanımlama, kimlik oluşturma, sunma biçimi, sosyal temsiliyet  aracılığıyla  gerçekleşir.
 [4]1930’ların ders kitaplarında kadına farklı bir kimlik verildiği söylense de ben buna özellikle toplumsal cinsiyet söz konusu olduğunda hiç katılmıyorum. Ama bu ayrı bir yazı konusudur.
[5] Çünkü öğretmenlik yapmaktadır.

Hiç yorum yok: